paranoyak etmesinin ardindan soyle bir dusunuldugunde gorulur ki sorun ortada devasa bir film setinin, gaddar bir yonetmenin ya da talepkar izleyicilerin varligi degildir. bunlarin hicbiri olmadan da insanin onunde her zaman engeller vardir adina bazilarinin kader dedigi. kimse birakamaz sirtinda bir cuval gibi yuklu duran ve hep ondan beklentilerde bulunan insanlari, bir turlu tamamlanamayan isleri, bir turlu bitmeyen sorunlari, bir turlu acilmayan trafigi, hayat trafigini de, gidemez uzaklara, acamaz deniz kenarinda barini, icemez kayiginda rakisini.. truman show bir turlu yasanamayan yasamlarimizdir.
akademinin, eleştiriye tahammülünün kesinlikle olmadığını, bu muhteşem filmi, oscar ödüllerine aday göstermeyerek kanıtladığı film.
jim carrey'nin muhteşem oyunculuğuyla akıllarda kalacak, ed harris'in en kritik rollerin bile hakkını verdiğini gösteren, natascha mcelhone'nin güzelliğiyle büyülediği çoktan unutulmazlar arasına giren 1998 yapımı peter weir filmi.
kısa süre arayla çıkan ve ortak özellikleri - bilim kurgu kategorisi içinde değerlendirilmeleri haricinde - içinde yaşadığımız postmodern dünyanın gerçekliğini sorgulamaları olan üçfilmden biri; truman show, dark city ve matrix. maalesef ilk ikisi hiç haketmedikleri şekilde üçüncünün efektlerinin ve promosyon bombardımanının dumanları arasında sürekli gözden kaçırılmıştır.
filmin en muhteşem sahnesi finale saklanmıştır.
--! spoiler !--
thruman herşeyi farkeder ve o devasa stüdyodan kaçmak için çabalar. son çare limandaki tekneyle uzaklaşmaktır. yönetmen işi fırtına efektleriyle thruman'ı boğmaya kadar vardırır. ne çare thruman inat eder ve stüdyo biter. tekne gökyüzü rengine boyalı duvara toslar. thuruman kameralara döner seyircileri selamlar.
--! spoiler !--
the truman show, dev bir reklamdır aslında pembe dizi gibi düşünülmüştür. truman bazı gerçeklere uyanana kadar devam eder. truman'ı reklam dizisinin baş kahramanı yapar bağlı olduğu stüdyo. herkes de trumanla birlikte yıllar bou onun hayatının arasına serpiştirilmiş reklamları izler. kullandıkları corn flakes'in markası da, truman'ı hiçbir yere götürmeyen seyahat şirketleri de bu işe para yatıran reklam verenlerdir.
truman şov'un en can alıcı sahnesi, aslında truman'ın sahte fırtınadan kurtulup teknesiyle stüdyo duvarına çarptığı ve selam verip çekip gittiği sahne değildir bence. en can alıcı sahne, truman şov'un bittiğini anlayan televizyon seyircisinin verdiği tepkidir. kimi hamburgerini çiğneyerek, "bitti mi yani" der, kimi de "öteki kanala geçsene" der yanındakine... budur ve o kadardır işte. bu yaklaşım, medya maymunluğuna da ağır bir eleştiridir, televizyonculuğa da reklamcılığa da... çünkü insanların burnuna "tüket, tüket, tüket" diye dayanan her ne varsa, tüketirler ve ellerinde kalan peçeteyi de buruşturup atarlar. bu açıdan şov dünyasında kimse masum değildir. seyreden de en az seyredilen ya da seyrettiren kadar suçludur, veya sorumludur bu işten.
bu filmi seyrettikten sonra uzun süre izleniyorum hissinden kurtulamadım.demek ki her film her yaşta seyredilmeyecekmiş. * (bkz: big brother is watching you)
hayatın da bir filmi seti olduğu ve bir komplonun için de olup olunmadığını düşündürten, senaryosu ve tabi ki jim carrey'si ile harika bir filmdi. hepimizin aslında kendi showumuzun içinde olduğumuzu da anlamamızı sağlayan film. her hayat kendince bir öykü ve senaryo taşır. ve önemli olan bu senaryoya kimin değil sizin ne kadar değer verdiğinizdir.
sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur.
sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez.
yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.